Filinta Camino de Santiago'da
Yol...
Bir amaç için yürünen uzunca bir yol.
Kimi ibadet ederek yolun sonunda hacı olur, kimi kendini bulmak için yürür.
Kimi yıllarca hapiste kalmıştır hasrettir doğaya, hasret giderir.
Kimi yol boyunca dalıp gider hayatta kaybettikleri için.
Gidenlerin geri gelmeyeceğine dua yoludur.
Gerçek aşkın ne olduğunu bulan da vardır bu yolda, aşk acısı çekmenin de bir başka yolu sayanda...
Derdini bir türlü anlatamayanlar, ağaca bitkiye bazen de gökyüzüne haykırır iç dünyasını.
Kimi öyle çok yorulmuştur ki belki de duygularını tamamiyle tüketip sıfırdan başlamak için kaçmak ister.
Anlatır da anlatır işte tek başına. Kendi içini kendine haykırmak için yürür.
Düşünmek için yürür, yazmak için yürür...
Yanı başındaki güzelliği göremeyenlere inat yürür!
Ve aslında sevginin aşamayacağı hiç bir engel yoktur diyenlerin gücüyle yürür!
Söve söve Yürür! Ağlaya ağlaya yürür.
Acabaların cevabı için
Belkilerin karşılığını bulmak için yürür...
Kendini dağlara vurmuş derviş gibi yürür.
Vasiyetine bağlı eğer ölenin bedeni yakılıyorsa bu coğrafyada ve herkesin gömdüğü biri varsa bu dünyada; kaybettiklerine son bir vedadır, içinde ölenlerin küllerini savurmak için yürür.
Peki her yolcuya çantasının bir ucunda eşlik eden deniz kabuğuna ne demeli...
Çünkü bir deniz kabuğu yeterlidir yolcuya. Suyu da ondan içer yemeğini de onun içinden yer. Hayatta kalması için deniz kabuğu ona yeter!
İçinde biriktirdiği tüm öfkeyi, tüm haytalığı, tüm hasreti koyup,
bazen bir göle bırakır dağların arasında, bazen de bir deniz kenarında savurur.
Kaybolduğunda yolunu bulursun, semboldür.
Bu geminin kaptanı ben isem içimdeki tayfanın sözünü de baş tacı yapar yola çıkarım;
'O gemi gelmeyecek kaptan, limanı yakalım'
Aslında yanmış bir gemi ve yakılmış bir limanın küllerini savurmaya...
Az değil 790km'den bahsediyorum... Fransa'nın güney batısından Pirene Dağlarını aşarak İspanya'nın en batısına bir başına yürüyebilmek(!) diyorum.
Yolun sonunda bir şeylerin düzeleceği umuduyla ve her yolcunun birbiriyle karşılaştığında bir tebessümle gözlerinizin içine bakan selamıyla;
BUEN CAMİNO!
Fransa-İspanya arası Pirene Dağlarını aşıp
'Saint Jean Pied de Port'dan 'Santiago de Compostela'ya
9. yy dan bu yana kim bilir kimlerin duygularına çare olmuş bu yolda
2 metrekarelik çadırı evi sayıp
Her gün en az 30 km yürüyerek en doğudan en batıya...
Yola çıktım bile!
Ne zaman bitiririm, ne zaman biterim bende bilmiyorum...
1. GÜN:
Selam canlar, aslında yürüyüşün 12. günündeyim. Hergün ortalama 32km yürüyerek ki bu günde 32 Bin adım demek, 400km'den fazla yol yaptım. Pirene dağlarını aştım 12 saat hiç durmadan tırmanarak yürüdüm. 4 farklı eyaleti geçtim. 50 den fazla köy bir o kadar da kasaba geçtim.
Yani 12 günün sonunda ancak yazabiliyorum biriktirdiklerimi. Yürüdüğüm yerlerde, tırmandığım dağlarda, geçtiğim ovalarda bırakın interneti çoğu zaman suyu bile zor buluyorum. Telefomlarımı da kapattım dünyadan bir haberim!
Şuan zamanım yettiği kadar yazabildiğim kadar yazmayı planlıyorum. Yazım hatası yaparsam ya da giriş gelişme sonuç üçlüsüne ihanette bulunursam çok takılmayın ne olur çünkü hafif ıslak zeminin üzerinde dizlerimde derman kalmamış vaziyette ve her yerim yara bere olmuş halde ancak bu kadar oluyor. Bir peçeteye anlık yazılmış bir karalamadan fazlası değildir bu yazım.
*BU ARADA İNTERNET BAĞLANTISI SÜREKLİ GİDİP GELDİĞİ İÇİN ENDİŞEDEYİM! SÜREKLİ YAZACAĞIM DEVAMINI EKLEYECEĞİM. UMARIM ULAŞIR...
Bir kere hayatımın en anlamlı 12 gününü tamamladığımı bilmenizi isterim. Tüm alışkanlıklarınızdan uzak hiç bilmediğiniz bir yerde, hiç tanımadığınız insanlarla karşılaşarak tek başınıza sabah gün doğmadan yolara düşüp kimi zaman yağmura kimi zaman fırtınaya kimi zaman da 40 derece sıcaklığa karşı sizi nelerin beklediğini bilmeden yürüyorsunuz.
Dünyanın en eski ve en uzun yürüyüş yollarından bir tanesi bu. Canımın en yandığı anda '2 senedir yürüyorum dünyanın bir ucundan çıktım geldim diyenlerle karşılaşınca zaten ne yaralarınızı hatırlıyorsunuz ne de sızlayan yerlerinizi.
'ulan herife bak be! ya da 'vay arkadaş çıldırmış bu kadın' dediğim o kadar çok kişiyle karşılaştım ki yolda. Hepsinden bir şey öğrendim. Hepsinin yüzünden bir gülücük aldım. Hayata dair öyle değişik bakış açıları vardı ki bu insanların.. Attığım her adımda nasıl olur bu kadar olur dediğim çok şey biriktirdim. Ve yürümeye devam ettim. Hep kendimi dinledim. Bu güne kadar her ne yaptıysam hepsine bir kez daha göz gezdirdim. Doğrularımı yanlışlarımı içimdeki süzgeçten defalarca geçirdim.
Kendi yolculuğumda bu kadar uzun düşünme fırsatım hiç olmadı belki de.
Olmamış ki yürüyorum hala.
***
İlk gün karşılaştığım sırt çantalı insanların gözündeki heyecan ve endişeli bekleyiş benimkiyle aynı olacak ki herkes birbirine bir tebessümle bakıyordu. Ben önce Barcelona'dan trenle Pamplona şehrine gittim. İlk tanıştığım Camino'cular trendeydi.
Tren yol üzerinde Zaragoza şehrinde yolcu almak için durdu. Nasıl da sigaram gelmiş. Camdan dışarıyı süzerken baktım sigara içenler var telaşla fırladım oturduğum yerden. 2dk da olsa şansımı deneyim dedim. Tam sigaramı yakıcam hay aksi çakmak yok! Derken burnumla bıyıklarımın arasında bir çakmak! Tutanın yüzüne bile bakmadan ateşledim tabi.
Üzerimdeki kıyafetler trekkinge gidiyor diye bas bas bağırdığı için olsa gerek ve haliyle kuzey istikametine giden trende olduğumuz için Caminoya mı? diye atıldı bir tanesi. Evet dedim. Biz de dedi. Nerden başlayacaksın diye sordular Sant Jean'dan dedim yani Fransa'dan, 34 etabın ilk başından...
Siz dedim?
Hemen sağımdaki RAY Leon şehrinden (Bıyıklarımı yakmaktan son anda kurtulduğum fırlama)
Kızımız Espoza Pamplona'dan. (boğaların koşturulup insanların fesivalin olduğu kaçtığı şehir).
Solumdaki Javier Pamplona'da annesini ziyarete gidiyormuş. Ben dedi içiyorum sadece :) gözler bitmiş. Ne işim olur yürümeyle siz delirmişsiniz dedi, haddinden fazla promilli tavrıyla.
E dedim nerden arkadaşsınız? benden 10dk evvel tanışmışlar samimiyete bak:) tamam dedim sende gel o zaman burulma orda bir başına, karaye sen de gir :)
Nerelisin diye sordular ve aldıkları cavap sonrası fark ettim ki yol boyunca bana bu soruyu soran insanlar bana bir fazla daha saygı duyup daha bi garip gözlerle bakıyor. Türküm dedim! ne???? evet Türküm! Peki neden camino de santiago?
Boşverin dedim! nasıl boşver söylesene!!!
Herkesin savurmak istediği birşey vardır sizce de öyle değil mi dedim? bir anda beklemedikleri bir cevap olunca tabi yüzlerindeki bakış daha bi samimi hal aldı ve;
RAY:umarım içinde kalan herşeyi bırakıp ruhun ferahlamış vaziyette biter yürüyüşün.
Espoza: Yapma be! her neyin varsa geçsin Turco.
Javier: Geçtiğin yollarda her aklına gelen ve seni üzen şeyde taş fırlatıp ardından herkesin taş biriktirği yerlere dilek niyetine taş koymayı unutma dedi. O nasıl oluyor dedim?
Yola çıkınca anlarsın dedi.. (hepsini yazıcam)
Yürüyüş amacına ve yürüyenlere ne kadar saygı duyduklarını birkez daha farkettim daha ilk dk dan. Ve yol boyunda buna benzer tanıştığım herkesten duyduklarımı bir bir not alıp yazdım.
***
4 buçük saatin sonunda tren nihayet Pamplona şehrine vardı. Önce otobüs istasyonunu bulmam lazımdı.Kimseye birşey sormadım. Sırtında benim gibi çantası olan herkesin gittiği bir yön vardı. En bilmiş tavırlı olan küçük grubun peşine takıldım. Otobüs istasyonuna 10dklık ilk yürüyüşümle, çantamın ağırlığıyla nasıl bu yol biter düşüncesini atmaya çalışırken istasyona vardım. aşağı indim. iki sıra vardı. biri Roncesvalles yolcuları için(ispanyanın en ucu ve yolculuğun 2. durağı aslında)
Diğeri Fransa'ya yani Sant Jean Piel de Port. bunu 1 hafta söylemeye çalıştım bu arada :)
Trende gördüğüm diğer caminocularla ilk ayrılma yerimdi burası. Yani kim nerden başlamak isterse ordan başlıyor. Sırada beklerken kendimi daha bir keyifli daha bir güçlü hissettim. Neden mi? tam sıra bana geldi. Gişedeki kıza sordum bu fransa daki ismi Sansabcfmafbkqfkqfqkfej.. :) şehrine giden otobüs için mi dedim? evet dedi. Ya dedim nasıl telafuzu bu şehrin? bir kaç kez tekrarladı ama nafile. olmayacaktı. neyse dedim hah oraya bi bilet lütfen. güldü tamm dedi sıradaki 18:30 da 1 buçuk saatin var. ok dedim. Ya dedim şu yan sıradakilere baksana ispanya dan başlıyorlar 2. etaptan... aslında fransadan başlamaları gerek miyor mu tam anlamıyla camino de santiago yapmaları için? evet dedi. ama dedim bizzz!!! Biz dedim Pirene dağlarını aşmaktan korkmayanlarız. işte gerçek yürüyüşçüler biziz :))) hem gişedeki kızdan hem arkamdan bekleyenlerden bir kahkaha :))) ve ilk iyi yolculuklar kelimesini bu kızdan duydum. Yol boyunca gördüğüm ve hala duyduğum o iki kelime BUEN CAMİNO!
Gracias...
Cafeteria kısmına geçtim. sigara içecek yer arıyorum. Bardaki adama döndüm nerede sigara içebilirim diye. Hadi dedi bende içeceğim sana eşlik edeyim. Olur dedim. Sırt çantasıyla 60 yaşında bir adam.. İstasyonun acil çıkış kapısı gibi bi yerden çıktık küçük bir yerdeyiz. Burdan yak istersen dedi teşekkür ederim ben değiştirmeyim. Tabi etrafta artık herkes Peregrino olduğu için soruların seyri de değişmişti. Nerden başlayacaksın dedi. göğsümü gere gere bi hava bi hava -Fransa'dan dedim. Pireneleri aşacağım! bak bak hareketlere bak ya! sanki bana .....
Kerem bile Aslı için dağları delerken benim o anki böbürlendiğim kadar böbürlenmemiştir! kendi kendime efendi ol la dedim :)
Ben dedi Roncesvallesten. İlk kez bu adama söylemiştim o an BUEN CAMİNO! aynı cevabı aldım gülümseyerek BUEN CAMİNO!
Nerelisin diye sordu? Haydiiiiii.... Türkü'm ben! Ne???? Gülümsedim yahu bu hep böyle mi olacak neden bu kadar şaşırıyor herkes. Nasıl dedi şaşırmayım bir Türkün bu yolda ne işi var dedi? Ve ekledi neden Camino de Santiago?? Benim için özel bir sebebi var. öyle işte dedim....
-Anlıyorum genç adam dedi.
Siz dedim? daha fazla yüklenmesin diye:)
Ve yol boyunca hayatın ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha anlayacağım cevapla karşılaştım.
İki yıldır yatalaktım. Bisiklete binerken araba çarptı. Omuzum ve kalçam kırıldı hala aksayarak yürüyorum ama daha iyiyim. Yatakta kaldığım sürede eğer birgün ayağa kalkarsam hiç yapmadığım şeyleri yapıcam diye bir karar almıştım dedi. E onca zaman yürüyemedim şimdi bana en iyi gelecek şey yürümek. Bu yüzden Camino dedi. Size yemin ediyorum o adam kadar mutlu oldum o an! Bir resim çekebilirmiyim diye sordum. Elbette dedi.
Yolun açık olsun iri adam... Bu hayatın kıymetini anlamak için illede büyük kazaların geçirilip acılar içinde aylarca yıllarca beklemek mi gerek? sorusunun cevabını bulanlara da selam olsun!
***
Biraz daha oyalandım otobüs istasyonunda. Elimde ne bir harita ne bir belge birşey yok. Bir gece evvel internetten yaptığım ufak bir araştırmam var o kadar. İnformaciona gittim. Camino de santiago ile alakalı bir kitapçık vs bulabilirmiyim diye. Hemen karşıdaki kitapçıyı gösterdi. Gittim ve küçük ama yol boyunca hayatımı kurtaran o kitapçığı aldım. Tüm etapları kısım kısım ayrıntılı anlatan, konaklayabileceğin köylerden, nehir göl vs yol üzerinde ne varsa hepsini anlatan bir hazinem oldu. İlk yapacağım dağ yürüyüşünü de burda bakmıştım.
Yani ben aslında Pamplona'daydım ve buranın ilerisine Fransa ya otobüsle geçip. 34 etabın 1. durağından Sant Jeandan başlayıp sırasıyla Roncesvalles ve Pamplonaya varacaktım. Bu resimde sevimli görünen yeşil tepe Pirenelerin bir ucu :) çıkarken neler çektim bir ben biliyorum bir Allah... Küçük evler bulabileceğin bazen 10 haneli bazen de 100 haneli küçük köyler. Hatta bir keresinde bir tane kulubede ısınmaya çalışan 20 kadar Caminocuyduk.
18:30 otobüsüs saatim gelmişti. gitme vakti. İspanya dan Fransaya otobüsle geçip sonra yürümeye başlama vakti. Bu arada buralarda otobüsleri öyle konforlu falan sanmayın. Bilen bilir eskiden Türkiye'de prenses otobüsler vardı. Sahi o kadar kötü bir şeye kim takmış prenses ismini :) ne alaka abi. Bu otobüste ondan halliceydi işte.
Otobüse bindim 14 ya da 15 kişi vardı en fazla Hemen sağ çaprazımda tedirgin bir ispanyol. 'benim ne işim var burda ya' bakışı yol boyu dikkatimi çekmişti. Herkes ön taraflarda. Ben orta civarı oturuyorum ne olur ne olmaz diye. Ne alakaysa.. İki arkamda da son samuraydan bir tık altta çekik gözlü bir asyalı. Kafasını sallamasından hip-hop dinliyordu diye tahmin ediyorum, umursamaz tavrıyla. Yola çıktık. Hemen koltuğumu yatırdım. Tık uyumuşum.
Gözümü açmama sebep olan şey beni cama yapıştıran o keskin virajdı. Ve şoför arkadaşın o dağlık yoldan nasıl bu kadar seri gittiğiydi. HOOP birader diyesim geldi, alttan al dedim kendi kendime :)
O değilde etrafda gördüklerim inanılmazdı. Her yer yem yeşil. Ama her yer! Yeşilin her tonu. sık ormanlık bir virajla diğerinin arası en fazla 50-60 metre.
Önce epey bir tırmandık.. Sonra dedim ki yahu ben yarın buralardan mı geçeceğim? Önce sevimli geldi. Sonra baktım ki hala tırmanıyoruz :) .. tırmandık tırmandık... Bitmeyen tırmanış yapmışlar haberimiz yok. Bunu bir gün sanra 12 saat yürüyüşün sonunda daha iyi anlayacktım.
2 saatlik otobüsle dağ yolculuğunun ardından Fransa nın güneybatısında küçücük bir köye gelmiştim.
(Bu arada bu resmi çeken Meksikalı kadınla sanıyorum 6. gündü yolun tamamını birlikte yürüdük. Çokça şarkı söyledim kendisine :) 55-60 yaşlarında çok pozitif bir kadındı. Birlikte çok taş fırlattık etrafa. O anlattı ben dinledim, ben anlattım o dinledi. Sonra yarı yolda bırakmak zorunda kaldı çok yoruldum, sana BUEN CAMİNO dedi vedaştık...
Neyse.. Herhes otobüsten indi. Bir grup insanı hiç bu kadar ne yapacağını bilemez halde görmemiştim. Yani aslında o anlık birşeydi galiba. Herkes birbirine bakıyor. Hani biri bir yöne yönelse diğerleri devam edecek ama kimse de tık yok. Hemen cevvalliğim dışarı vurdu ve seslendim; aramızda nereye gideceğimizi bilen biri vaaarrmı :)) koptu herkes tabi. Kimi otel rezervasyonu yaptırmış kimi bilmiyorum dedi yani aslında çoğu...
Önce yola başlamak için peregrino koğuşlarında gece konaklayabilmek için ve ucuza yemek yiyebilmek için bir yol pasaportu çıkarmak gerektiğini biliyordum. Bunun da köy catedralinde ya da ona yakın bir yerde olduğunu düşünerek..Kendi kendime madem dedim tek başına çıktın bu yolculuğa içine hangi yön daha sıcak daha doğru geliyorsa oraya yürü be dedim. Birkaç adım attıktan sonra arkama baktım ki herkesin gittiği yönün tersine gidiyorum :) bir tek Meksikalı abla benimle aynı yönde devam et dedi içimden bir ses. Köyün surları vardı ve elbetteki surların içerisindedir ne varsa dedim devam ettim.
Önce birine sorayım dedim yol pasaportunu nerden çıkartabilirm ve sonrasında konaklayacak bir yere ihtiyacım olduğunu sordum. haydiiiii....
Fransadasın abi. Herkes Fransızca konuşuyor. Sen alışmışsın İspanyolcaya.. Biraz ingilizce biraz ispanyolca ve çokça vücut diliyle köy catedrali yönünde bir yokuş çıkarken sırt çantalı iki genç gördüm. Nereli olduklarını hangi dil bildiklerini sormadan İspanyolca derdimi anlattım. Onlarda benden bir kaç saat evvel gelmiş 2 İtalyan. Yukarı dedi biraz daha yukarı... Sağol hacı dedim adamsın. (Ve bu çoklarla 1 haftanın sonunda aynı yerde konakladık arada birlikte yürüyoruz. Hatta dün Federicoy konakladığımız yerin avlusunda uyku tulumlarıyla dışarıda yattık)
Bu arada bu yokuşu çıkmadan evvel son geçtiğim küçük meydanda bir restoran gördüm ki 'biraz daha zorlasaymış Filinta olacakmış ismi' dediğim yeri fotoğraflamadan edemedim :)
İtalyanların gösterdiği yokuş bittiğinde bir grup çantalı gencin olduğu kapıya yanaştım ve işte yola başlamadan evvel Camino de Santiago yol pasaportu yani Peregrino pasaportu çıkartılan yere ulaştım.Belkide dünyanın bütün dillerini konuşan masa arkasındaki yaşlı insanlar gelenlere sürekli birşeyler anlatıyordu. Devlet su işleri fatura tahsilat bölümünü andıran küçük yerde herkes de benim gibi sırasıyla masaya oturup kimlik bilgileriyle yol pasaportunu çıkartıyordu. İspanyolca bilen kimse o sıraya geçtim. Sıra bana geldiğinde ilk soru nerelisiniz? Türküm arkadaşım! Gerçekten mi ?
Yok ben aslında Japonum. Babam Etiyopya asıllı bir Ankaralı! Savaş zamanı İspanya ya göçe zorlandığı için ispanyolca biliyorum. Annem de İngiliz kraliyet ailesinden Türk doğumlu bir Prenses. Ama kendimi hep Türk hissettim. Santigo yoluna çıkamamım sebebi de fok balıklarıın nesli tükenmesin bir de dünya barışı istediğim için!...
Herif şaka mı yapıyorum ciddi miiyim önce anlamadı. Sonra ben gülmeye başlayınca o da güldü. Yaz dedim amcacım yaz Turco ! Hatta dedim altına da not düş, tuttuğu takım Ankaragücü diye!!!
Ama dedi öyle bir şey yok bu pasaporta işlemek için. Tamam dedim amcacım zaten küme düşe düşe bir hal olduk herkes bize karşı, siz de bize karşı olun biz alışkınız dedim.
İlk Türk olabilirsin dedi bu yolu yapan. Bakicez dedim ;) ve pasaportumu işledikten sonra BUEN CAMİNO dedi.
Peki.. Nerede konaklayacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. İlk gün çadırda kalsam keşif yapamayacak kadar yorgun ve bitkindim. Önce bir liste aldım pasaportumu çıkarttığım yerden sonra çok üşendim çıktığım yokuştan aşağı yani otobüsten ilk indiğim yere doğru bir gideyim baka baka dedim. Bu küçük sokakta sağlı sollu Alberge'ler vardı. Santiago yolunu yapan peregrinoların konaklayacağı yer demek hem çok ucuz hem de herkes peregrino senin gibi. her gittiğin yerde bir tane asıl Alberge var belediyeye ait bir de özel albergeler var. özeller biraz daha pahalı tabi. yıkılsın bu kapitalist düzen :)
Öyle pahalı dediğime de bakmayın. Her ne kadar Fransa'da ki ilk gecem için 17€ versem de diğer günler 5€ / 7€ / 9€ vererek tamamladım. Hatta birçok yer bahşiş usülü alıyor yolcuları. Yani sabaaha kadar kalıyorsun sabah giderken bahşiş kutusuna ne atarsan :) hemen aklınıza cinlik gelmesin 4 gün evvel öyle bir yerde kaldım ki bunu da resimleriyle paylaşacağım nur yüzlü tonton bir teyze akşam yemeğimi sabah kahvaltımı hazırlayıp önüme kadar getirdi. Güler yüzü bile yeterdi aslında ama dediğim gibi öyle güzel şeylerle karşılaşıyorsunuz ki bazen...
İlk gece konaklayabilecek bir Alberge ararken nasıl bir köyde olduğumu daha iyi anladım ve benden evvel köye varmış hatta gezinti yapan spor kıyafetli ilk gördüğüm gruba hacılar dedim bir resim çeker misiniz? hayhay dediler. Bakar mısınız güzelliğe;
O gece bu sevimli köyde 5* herşey dahil mikemmel (!) bir uyku çektikten sonra sabaha karşı 4 gibi mecburen uyandığım için erkenden yola çıkma kararı aldım.
2. GÜN:
Bu güne kadar 12 farklı millet,kültür,edep ve adaptan fakrlı insanla bir arada hiç uyumamış biri olarak kendi kendimi gaza getirdim. Alışacaksın diye! Çünkü benimle aynı durumda olan çok kişi vardı. Bir de şu ormanlar kralına nispet horlayanlar olmasa...
Haşır huşur bir sese uyandığımı hatırlıyorum. Hipivari bir kız vardı hemen yan ranzamda. (Uyumadan evvel rastalı saçlarından acaba bit pire bana sorti yaparmı diye düşünürken uyuya kalmıştım.) Eyvah dedim geç kaldım galiba... Elimi telefonuma attım ki saat 4 e geliyor. 4 bile değil! Böyle erken uyandığım zamanlarda aklıma hep ilkokul yıllarında sabahları anneme yaptığım naz gelir. İçimdeki çocuk bas bas bağırıyor!! Anne ne olur 5 dk daha diye... Güç bela kalktım. Güneş daha doğmamış.
Eşyalarımı hazırladım. Kahvaltı var demişlerdi. Eski şatodan bozma bu yerde en alt katta depa gibi bir yerde loş bir ışık.. takip ettim koridoru geçtim. Ağır bir ahşap kokusu vardı. Tam koridor bitecek ışığın olduğu odayı görmeye başladım ki masa da boynunda tahtadan bir haç olan simsiyah pelerin li 40 yaşlarında bir adam gördüm biraz duraksadım. İnsan tedirgin oluyor tabi. 5* otel kahvaltı salonuna girişte elleri peyaz eldivenli sempatik bir karşılama beklemiyordum iyi tamam da bu kadarı da ilk sabah için biraz fazlaydı ama. Günaydın dedim. Fransızca birşeyler söyledi. Hareketlerinden davet edildiğimi anladım ve karşısına oturdum. 'la ben nerdeyim'
Masada yalnızca ekmek treyeağı ve marmelat. Buna da şükür dedim. Fakat adamdan gözümü alamıyorum. Korku filmi gibi. Rahip olduğunu düşündüğüm bu adamın bir dilim ekmeğe özene bezene tereyağı sürüşüne de ayrıca sinir olmuştum. Sür ye arkadaşım amma oynadın he!
Uykum yavaş yavaş açılmaya başlarken etrafı süzdüm ve aslında rahiplerin kaldığı eski bir manastır olduğunun farkına vardım. Mesleğimden dolayı tecrübem var Allahtan... Ve o kahvaltıda karar verdim göreceğim herşey ne kadar tuhaf ve ilk olsa da yadırgamamak için kendimi hep telkin ettim. Öğrenmeye çalıştım. İyi tarafından baktım. Ve yola koyuldum.
Akşam yemek yediğim yerdeki çalışanlara sabah hangi yöne gitmem gerektiğini sormuştum. Ve zaten bu yola çıkmadan da biliyordum yol boyunca deniz kabuğu sembolleri beni gideceğim yere götüren yönleri gösteriyordu. Bakmayın bu resimde yüzüm gülür. Nasıl da heyecanlı nasıl da mutlu bak bak. Bir de birazdan Pireneleri çıkarken görelim o gülücükleri.. Bir gün evvel otobüsle inip tüm yolcuların çaresizce birbirine baktığı yerde ilk tabelamı gördüm.
Bu arada 1808 yılında bundan tam 207 sene evvel İber yarımadası bağımsızlık savaşlarında Napolyon ve ordusu şuan bu tabelanın gösteridği yerden İspanya'ya hareket etmişti. Yaklaşık 1km sonra yol ikiye ayrılıyor. Bir kolay olan yol bir de zor olan Napolyon rotası vardı.
E şimdi Napolyon buadan gittiyse Filinta'nın ne eksiği var dedim. Arkamda bir ordum olmasa da yanıma duygularımı katıp çıktığım için bu yola Napolyon rotasından gittim.
Dünya çok savaşlar görmüş olabilir. Bunlardan bir tanesi de Napolyon önderliğinde de olmuş olabilir eyvallah.. Ama Napolyon kardeş unutma ki en büyük savaş insanın kendi içindeki savaştır. Galip gelebilir miyim bilmiyorum. Ama geri adım atmayacak kadar büyük bir yüreğim var!
Kırımızı beyaz olan paralel çizgi ve deniz kabuğu benim yol haritamdı. Bu gerçekten çok önemli! Eğer kırmızı beyaz paralel çizgi çapraz işaretlenmiş ise yanlış yön!!! Çünkü bu şekilde basite alıp ya da dikkatsiz davranıp çizgileri önemsemeyenlerin bir çoğu hayatını kaybetti bu yolda. Ya uçurumdan yuvarlandı. Ya da fırtına da mahsur kalıp açlıktan susuzluktan öldü. Yol boyunca onlarca mezar taşı sembolleri gördüm! Ölenlerin anısına tam da hayatını kaybettikeri yerlerde ya da yakınlarında böyle şeyer vardı çünkü. Ve geçen herkes onların anısına dilek dileyip taş koyuyor. Yazımın ilerleyen bölümlerinde resmleriyle ekleyeceğim hepsini.
İleride sisli görünen yer Pirenelerin başlangıç kısmı. Üstelik daha fırtına çıkmadı. Tırmanışın başında önce hafiften geliyorum kollayın kendinizi dedi. Sonra hadi şimdi göreyim halinizi...
The Way filmindeki çocuğun burdan itibaren yaklaşık 5-6 saat çıktıktan sonraki yolu kaybedişi ve ardından nasıl yaşamını yitiriği tedirginliği çoktan kaplamıştı beni. O acaba varya.. İşte o acabanın hissi bile yeter buna inanın. Başka şeyler düşünmeye zorladım kendimi. Bir yandan önüme arkama bakıyorum benden başka birileri yok mu diye. İstediğiniz kadar yalnız bir yola çıkmış olun insansınız! Yaratılış gereği içinizde olan şey bazen bunu istiyor. Refleks olarak o kadar çok etrafa bakıp gözümün birilerini aradığını hatırlıyorum ki. Yürümeye devam ettim. hafif hafif rampa başladığında az ileride çok yavaş yavaş ilerleyen birini gördüm.
Biraz hızlandım ilerideki yolcuya yetişmek için. Vücudum daha diri tabi ağrım sızım yaram berem yok. Bir yandan da vücudumu dinliyorum. Yapabilecekmiyim diye. Yanına geldim üerindeki yağmurluğa battaniyeye sarılır gibi sarılmış bir asyalı. Kim derdi ki bu Koreli kadının daha sonra ileriki günlerde beni her gördüğünde ağzıma bir haşlanmış yumurta tıkıp ya da en az 4-5 defa yaptığı yemeklerden ikram edeceğini...
Sonraları tanışacağım Koreli grubunda Annemiz dediği bu kadının benim Türk olduğumu öğrendikten sonra bu kadar cömert davrandığını düşünüyorum. Bir haftanın sonunda bir daha da görmedim zaten. Ama zulasında tuttuğu haşlanmış yumurtaların tadı hala aklımda. Yahu bir yumurta işte demeyin. Bu yolda yediğiniz herşeyin tadı bir ömür aklınızda kalacak kadar iz bırakıyor!
Bir süre bu Koreli yol arkadaşımla birlikte yürüdük. Sonra baktım ki çok yavaş :) sen en iyisi mi benim bir resmimi çek ben kendi yoluma bakayım dedim ama bu resmi çekmesi için en az üç dört defa uğraştık. Sürekli parmağı kameranın önünde. yahu çek şu parmağını. Birini tutsa diğer badi parmağı giriyor kareye :) en sonunda başardı ve Buen Camino diyerek vedalaştık. Yolun açık olsun haşlanmış yumurta kraliçesi...
Pirenelere tırmandıkça güzelleşmeye başlamıştı manzara. Arkamdan aşağıdan beni takip eden önce sis dedim ama biraz sonra bulutların arasında yürüyecektim! Tırmandıkça da benden önde devam eden başkalarını gördüm. (Bu arada hemen hemen hepsiyle kısa videolar çektim ama zamanım olunca hepsini birleştirip bir slayt yapacağım şimdilik bunlarla yetinin)
Önümdekiler İki Amerikalı çocuk. Bu Peregrino lar 3. günün sabahında yanlış yöne saptığımda arkamdan ıslık çalarak durdurdular. Yoksa almış başımı gidiyordum...
Çıktıkça yorulduğunuz yoruldukça güzelleşen bir manzara düşünün. Arkamı dönüp bakmatan da o kadar uzun sürmüş olabilir bu tırmanış kabul ediyorum. Gözümü alamadım ki. Ve çok dalıp gittim... Kendi kendimle konuşurken kendimi çok yakaladım burda. Bir gören olacak napıyorsun dediğim çok oldu kendime. Deli sanacaklar! Sonra dedim ki zaten normal bir adamın bu yolda ne işi var :) sal gitsin.
Heni yolculuğa çımadan yazmıştım ya derdini bazen bir türlü anlatamayanlar öyle kaçıp gitmek isterler ki herşeyden herkesten belki de işte tam da o andaydım. Arkadaşlarımın her gün attığı ama benim çok sonraları gördüğüm mesajlarına cevap olsun bu manzaralar! Delirdin mi abi? Ne işin var. Ne yapıyosun diye sorduğunuz şeyin cevabıdır bu! Tırmandım da tırmandım. Yürüdüm de yürüdüm.
Bir insan kendi kendine ne kadar çok derdini anlatırsa işte o kadar çok anlattım canım kardeşim. işte o kadar çok...
Suuuu!!! O kadar susamıştım ki. Yol düzleşene kadar duramadım yoksa devam edemem diye.Bu noktaya çıkışım 3 saatimi aldı. Tam düzlük olmasa da yeter dedim artık su içmem lazım. Bu andan itibaren bulutların yüzüme çarptığını söyleyebilirim. Bir yandan su içiyorum bir yandan acaba ne kadar daha yolum var diye düşünüyorum. Ulan dur daha yolun başındasın:)
1 litrelik bir mataram var hepsini de bitiremiyorum adım başı hayrat yokki arkadaşım burda. Sanıyorum 2 saat kadar daha devam ettim. İleride tek katlı taştan bir kulübe gördüm daldım içeri. İlk oturduğumda vücudumdan buharların çıktığını hatırlıyorum.Hemen üzerimi değiştirmem lazımdı bende öyle yaptım. Bİraz soluklandım..
Pirenelerde ilk molam. Hemen yazmaya başladım. Detayları unutmayım diye. Çantamda hazır ettiğim bir iki abur cubur vardı enerji vermesi için. Çok terledim yol boyunca. Ve hala hayret ediyorum bir günde nasıl 5 litre su içtiğime :)
Molam bitti.. Tekrar yola koyuldum. Tırmandıkça sis çötü 30 metreden ötesi bembeyaz. Dinlendikten sonra soğumuş vücudumun sızlamaları da başladı. Her bir yerimden bir parça. Şarkı söylüyorlar resmen onlar söyledi ben dinledim. Sırtım belim ayaklarım diz kapaklarımın içi... Söylene söylene devam ettim. İleride taş taş üstüne birikinti birşey gördüm. Ve trende tanıştığım çocuklardan Javier'in söylediği aklıma geldi o an. Tam buraya oturdum işte. Çantamı bile çıkartamadım. Önce resimleri inceledim. Zarar vermekten korka korka yazıları okumaya çalıştım. Kaybettikleri için yazılmış şeyleri okudukça içerlendim. Rüzgarın sesi kulağımda bir de kendi nefesim. Baktım uzanamıyorum oturduğum yerden çantamı çıkartıp sigaramı çıkarttım. Daha yolum var diye de mola yerinde matarama bir karışım yapmışım. Yol uzun gelecek anlamıştım iyiki de dolu çıkmışım! Kafama diktiğim kadar yeni yemek yemeyi su içmeyi öğrenen bebeler gibi yanaklarımdan taşa taşa içiyorum. Daldım gitim. Birçok söylemek istediğim şey var ama anladım ki buraya konulmuş her bir taş ayrı bir dünya, ayrı bir hikaye, ayrı bir acı. ulan hepinizde ayrı birer ayrılıksınız ben kendi taşımı nereye dikeceğim dedim. Resimdekilerle göz göze gelince saçmalama diye kendi kendimi telkin ediyorum bir yandan. Eğer burda taşlara bakarken ki halimi uzaktan birileri gördüyse kim bilr ne düşünmüştür. Çok zaman harcadım burda çook.. elime geçen ilk minik taşı aldım önce biraz anlattım sonra koyacak yer aradım bu birikintide. oraya koydum olmadı buraya koydum beğenmedim. ya düşerse dedim. ya rüzgardan kayıp giderse... oğlum saçmalamasana koy işte dursun. hikayesiz olur mu cancağzım. hemen bir kağıda iki kelime ekleyip aralara sıkıştırdım. kaybedilenlere... kaybettiklerimize...
Eğer artık sen bende güzel değilsen, eğer artık ben sende güzel değilsem,
ve güzele dair hatırlamak istediğin anıların bile bir bir uçup gidiyorsa yüreğinden;
Düzelir mi hiç... Düzelmez!
Belki düzelir... Ama yine bozulur.
Bir kere bozuldu ya, illa ki bozulur sonra…
Yolunuz açık olsun.
Zirveye az kaldı. Sisten bir şey görünmüyordu ama karşıma çıkan tabelada anlamıştım tam anlamıyla nerede yürüdüğümü. Çizgi çizgi görünen yerleri ilerledikçe gördüklerimi kelimelerle ya da yazıyla tam anlamıyla ifade etmem inanın mümkün değil. Rüyanın içindeymiş hissinin hiç bitmediği bir kaç saat düşünün. Hani farkındasınızdır o gördükleriniz rüyadır ama uyanamazsınız da. Adım atarken o kadar tedirgin oluyorum ki bir yerden yuvarlanırım diye... Tabelaya bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Saatlerdir yürümeme rağmen tabelada 25,7 km yazısı canımı biraz sıkmış olsa da sabırla devam ettim. Her adımda görüş mesafesinin azaldığı Pirenelerin zirvesinde bu resimden başka bir şey değildi. Çokça rüzgar ve yağmurla birlikte...
Sağ tarafım o kadar dik bir yamaç ki ve biliyorum büyük bir boş alan var. Zirvede beni en çok ürküten şeylerden bir tanesi de duyduum uğultuydu. Nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama iki tane büyük deniz kabuğunu her iki kulağınıza kapattığınızı düşünün ve duyduğunuz sesi yüzle çarpın. bu şekilde bir saat kadar daha ilerledim.Sabah çıkmadan genç rahiple yaptığım kahvaltının (tereyağı ve marmelat) verdiği enerjiyi çoktan tüketmiştim. İleride bir karavan gördüm. Köylü bir çocuk, Fransız.Hem yolculara yardım etmek için hem de biraz para kazanırım ümidiyle elinde ne varsa masaya dizmiş. Gözüme hemen yumarta çarptı bir dilim de ekmek aldım. Nasıl acıkmışsam haşlanmış yumurtanın kabuğunu soymanın bu kadar keyif verebildiğini orda anladım.'Dağ başında aç kalan adamın haşlanmış yumurtaya olan Aşkı' adlı çalışmam :)
İhtiyacım olan enerjiyi bu güzel öğlen yemeğinde aldım mı bilemiyorum ama verdiği keyif yetti. Başka da bir şey alamadım Fransız çocuktan. Biraz su istedim mataramı doldurdum o kadar. Devaaaaam.... 1saat kadar daha gittim. Yol boyunca merak ettiğim şeylerden bir tanesi de acaba hala Fransa topraklarında mıydım yoksa İspanya da mı? Manzaranın tadını çıkartırken arkamda bir ses duydum. Döndüm baktım 3 bisikletli. İspanyolca mı selam verweyim yoksa Fransızca mı düşünürken en öndeki Holaaaa dedi. Holaa dedim . Yanımda durdular. Nasıl gidiyor diye sordu bir tanesi. İyi dedim işte ne olsun takılıyoruz :) İspanya nın neresinden diye sordu diğeri. Ben Türk'üm amigo deyince her zaman ki gibi önce şaşırma sonra donup kalma ve ardından merakla soru yağmuru evrelerini atlttılar. E tabiki neden diye sordular.. neden camino de santiago? Kendimi dağlara vurasım varmış dedim geçiştirdim. Sonra ben sordum arkadaşlar şuan Fransadamıyız diye. Bak dedi bir tanesi, tabelayı gösterdi. İyi iyi birşey kalmamış 765 km ne ki :)
İki dağ muhabbeti yaptık bir resim çektik vedalaştık. (Bisikletle bu yolu yapan çok var fakat yürüyerek tamamlayanların biriktirdiklerinin daha fazla olduğuna eminim)
İyiden iyiye terliyordum. Kapalı bir yer bulup içimdekileri değiştirmem gerekiyor du ki...Keşke başka bir şey dileseydim dedim.. 45dk falan sonra ileride bir klübe gördüm noluyo la orda :)
Baktım bacası da tütüyor hızlı tempo yaklaştım.Kendine bir çıkış arayan masal kahramanı gibi hissettiğim anlardan biridir. Baksana görüntüye. Eski tahta bir kapı. İtekledim açıldı. O küçücük yere onca insan nasıl sığdınız şaşkınlığım yüzüme ne kadar yansıdı bilemiyorum ama selam dedim dostlar. Hoş geldin dediler. Hepsi peregrino(Hacı). Kimi elindeki bardağa iki eliyle sıkı sıkı sarılmış üflüyor mu içiyor mu belli değil. Kimi yarısı kırık pencereden dışarı bakıyor. 2 genç Adam işlerini güçlerini bırakmışlar dağın başında yol üzerinde geçen caminoculara sıcak çay kahve ikram ediyolar. bir tane küçük masa koymuşlar üzerinde bozuk paralar. Kahve içebilir miyim ne kadar diye sordum. Ne kdar verirsen dediler. Kulübedeki herkeste bir gülümseme. Kahvemi alıp sigara içmek için dışarı çıktığımda çocuklardan biri de sigarasını sarıyordu kapıda. Neden dedim. Neen yapıyorsunuz bunu? Glümsedi; Biz de caminocuyuz sürekli yürüyoruz. Şuan birilerinin de zaman ayırıp birilerine bunu yapması lazım değil mi sence dedi. Cevabım çok net oldu: kanatlarınızı göremedim ama ...
Şaşıracak o kadar çok şey var ki bu yolda bazen asıl soruları bile unutuyorsunuz. Yani hangi brine ne kadar sorabilirsin ki. Duyduğun gördüğün güzelliği zirvede bırakıp daha fazla sormadan yoluna devam etmek istiyorsun. Ve bu her gün oluyor. Şaşırdığım her şeye olduğu gibi çok sormadan sorgulamadan bıraktım çoğu zaman.ve hepsini hayranlıkla dinledim. Bambaşka bakış açısı. Dünyadan bir haberdi hepsi. Beklentisiz yardım yapanlar... Nedenini bilemedğim o içinize işleyen selam ve samimi tebessümler...
Dünya işlerinden elini eteğini çekmiş her insana duyduğum saygıyı bir kez daha hatırlayarak devam ettim. Çocuklar ispanyolca konuşuyordu diye kendi kendime konuşurken tamam dedim işte tamam. artık ispanya tarafındayım. Mutlu oldum artık bildiğim bir coğrafyadayım derken ileride bir taş gördüm.
Hanımlaar beyleeeeer! İspanya'nın kuzey doğusundaki ilk eyaleti NAVARRA ya gelmiştim. Yani artık İspanya daydım. Tamam, pasaport kontrolü, üniformalı memurlar, bitmeyen sıralar ve gergin bekleyişler değildi umduğum. xray lardan geçerken arkamdan el sallayan var mı diye bakmayacaktım. O her seferinde içimi yakan, canımdan can alan son vedaların terminali ya da havaalanı da yoktu bu sefer. Ama bir taş parçasının yanından geçerek de Ülke deiştireceğimi düşünmemiştim. Sınır denilen şey işte bu taş parçasından ibaretti. Bulmuşum böyle bir an hiç geyik yapmadan bırakır mıyım. Kendi kendime tek kişilik oynayacağım oyunun senaryosunu hemen yazdım orda :) Pirene dağlarının zirvesindeki sahnem tıklım tıklım doğallıkla doluyken sahnedeydim. Fransa dan yürüyerek yola çıkan Filinta'nın hikayesi...
Önce İspanya'ya geçtim, bir adımla. Sonra döndüm arkama baktım. Sonra bir adım attım geriye Fransadaydım. Anam nasıl zevkli nasıl zevkli :) Fransa topraklarında aklıma gelip canımı sıkan her ne varsa küfür ettim şöyle en ağırından, hemen bir adımla İspanya'ya kaçtım.
Sonra İspanya'da yaşadıklarıma baktım, hadi lan hadi şimdi konuşun!!!!! sövüyorum işte suç işledim hadi alın beni hooop bir adımla Fransadayım... Sen iyice delirdin he.. yürü git! manyak herif :) güle güle yürümeye devam ettim.. Yol biraz daha düzdü artık ve düzlük devam ettikçe ayaklarımdaki rahatlamayı hissedebiliyordum.
Toplamda 8 saat süren tırmanışım artık inişe geçmişti. Sislerin ağaçlar arasındaki görüntüsüne bıraktım kendimi. Ve bu resmi çeken Porto Rico lu çocukla her gün en az 10km birlikte yürüyoruz. Bir şekilde denk geliyoruz. Bazen aynı yerde konaklıyoruz. Ben inişin daha kolay ve daha keyifli olacağını düşünmüştüm fakat beklediğim gibi olmadı. Çünkü sırtımda 10kg yükle saatlerce tırmanışa alışmış olan dizlerim inişte bizi bırak sen yalnız devam et demeye başladı. Nasıl bir acı inanın hiç hissetmemiştim.
Çok kazalar geçirmiş kesik kırık vs çok tecrübem olmasına rağmen hiç bilmediğim değişik bir acı hissetmeye başladım. Diz kapaklarımın içi resmen batıyordu ve ayak bileklerime kadar yan bağlarda kopacakmış gibi bir his. Dün gece ayak üstü tanışığ konuştuğum yaşlı adam 2 günde tamamla acele etme dediği şey buydu belkide...Serde yiğitlik var amcacım yaparım ben dediğimdeki gülüşü gözlerimin önünden gitmedi inerken. 9.yüzyıldan bu yana herkesin iki günde bitirdiği etabı sen bir güne sığdırmaya çalışırsan öyle olur tabi. Bu günden itibaren dizlerimde o acı hiç gitmedi. Sadece daha fazla ilaç daha fazla ağrı kesici krem ve sürtünmekten derimi yara yapan dizliklerim oldu...
12 saati aştığım saat diliminde sık ormanlar bitti. İleride ağaçların arasından daha net bir aydınlık.......... yürümeye devam ettim veeeeee
İspanyanın ilk köyü RONCESVALLES..
Selam canlar! Yürüyüşüme 2 gün ara vermek zorunda kaldım.Haklı sebeplerim vardı idare edin :)
Zaten dizlerim su topladığı için en az 2 gün mola vermek zorundaydım.Bana da iyi geldi. Ama kaldığım yerden devam ediyorum hiç merak etmeyin.. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın yola devaaam..
***
Pireneleri aştıktan sonra yolun sonunda herkesin gittiği yöne gittim. Yol boyunca çadırda kaldığım gecelerin haricinde konakladığım ender güzel yerlerden bir tanesiydi burası. En az 300 yıllık eski bir manastır ve en az 300 kişilik bir koğuş düşünün. Duş almak için 2 saat beklediğim sırada zaten 100 kişiyi o anda saymıştım. Yol boyunca değiştirdiğim kıyafetlerimi de burada yıkadım. Su bulmuşum yahu tüm ihtiyaçlarımı giderdim. Sanıyorum saat 17:0 civarıydı. Biraz dinleneyim dedim sonra yemek yerim. Karnınız ne kadar aç olursa olsun bazen o kadar yorgun düşersiniz ki yemek yemeye zaman ayırmak zul olur. Uykunun en tatlı geldiği anların nirvanasını yaşadım. Saatlerce yürümüş tırmanışlar sis yağmur açlık bütün duylar birbirine girmiş en iyisi uyumak dedim.
Her zaman tertipli bir yanım omuştur. O gece bana ayrılan yaşam alanını dibine kadar kullandım.
Ya bu arada telefonuma gelen mesajların haddi hesabı yok. Kimi tebrik etmiş kimi de merak etmiş. En tav olduğum da yazımda ki imla hatalarına takılanlar. Arkadaşım şu yazıyı yazdığım yeri ve zamanı bir görsen ve yazdığım hiç bir kelimeye dönüp bakmadığımı bilsen bunu yazarken utanırsın. Kaldı ki o kadar uzun zaman oldu ki hangi 'da' ayrı, hangi 'de' birleşik hesapedemeyecek bir ruh halindeyim. İdare edin yani. Bu resimdeki tertip ne ise yazımdaki imla hataları da o kadar Türk dil kurumu yanlısı :)
2 saat prensler gibi uyuduktan sonra öğrendim ki kaldığım yerde herkes için ortak bir saatte akşam yemeği varmış fakat ben konaklamak kayıt yaparken ismimi listeye yazdırmadığım için yemeğe dahil olamadım. Ama şans bu ya ispanyada ki ilk akşam yemeğimi yakındaki bir barda paşalar gibi sömürdüm. Hemde ederinden çok az bir fiyata. eee.. serde hacılık var.. yolcuyuz en güzel sürprizler bulmaz mı beni ;) yemek fotoğrafımı bilerek koymuyorum. Belki canınız çeker diye. En sevmediğim şey insanların yemek masaların da milletin gözüne soka soka yediği şeyleri göstermesi. Yaradan neyi önümüze serdiyse işte onu yedim... Pireneleri inerken tanıştığım Porto Rico'lu Samuelle akşam yemeğinde denk geldik ve kalan günlerdeki en iyi arkadaşlarımdan biri oldu diyebilirim. Eres un chamaquito tio :)
Samuel..Dallasta yaşayan Porto Rico'lu müzisyen bir çocuk. Öyle duygusal bir sebebi var ki Camino de Santiago yapmak için. Neden dedim? Neden camino de santiago??? Önce durdu.. Ambiyansı değiştirmek istemem dedi. Keyifliydik ama bir anda gözleri kısık bakmaya başladı ve devam etti; Bababmı kaybettim kısa bir süre önce.. Babamla geçirdiğim her zaman için hikayeler biriktirmeye başladım.Bir keresinde beni İspanya ya getirmişti , çok küçüktüm ve ilk geldiğim şehir Santiago'ydu.. İspanyayla alakalı hatırladığım tek şey bu... Sonra biraz araştırdıktan sonra böyle uzun bir yol olduğunu lğrendim. Konserlerimi iptal edip babam için bu yolu yürümeye karar verdim dedi.. Aslında hepimzin farklı sebeplerle varmak istediği Santiago de Compostela şehrine Samuel babası için gidiyordu...Anlatırken kıpkırmızı olan gözleri, ben kendimi tutamayıp gözyaşlarıma ne haliniz varsa görün lan dedikten sonra çoktan koyvermişti. Hiç tanımadığınız biriyle böyle bir an yaşadıktan sonra tabiki farklı bir bağ kurarsınız.Ve yol boyunca yan yana denk geldiğimiz her an kendimize ayırdığımız hüzün saatlerimiz vardı.
Birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş..
Aynı çıtırtıyla ürperen bir serçe..
Hep aynı yerde karşılaşırdık tesadüf bu, birer tomurcuktuk hayatın kollarında, Birer çiğ damlasıydık, bahar sabahında, gül yaprağında... Dedim ya, hiç yoktan susturulmuştu şarkımız.
Yüreğim kanıyor, yüreğim kanıyor. Bitmeseydi, bitmeseydi bizim öykümüz böyle... Hani demiş ya; Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor. Olmasaydı sonumuz böyle.
Farklı hikayelerin, bambaşka ayrılıklarda aynı isyanı paylaşan bir yol arkadaşlığı işte...
Çok uzun bir gündü.. Ama çok uzun..Nasıl yatacağım yere geldim, nasıl uyudum bilmiyorum.
3. GÜN:
Sabah uyandığımda yataktan kalkarken çok zorlandığımı hatırlıyorum. Abarttığımı düşünmeyin. Yıllarca halı saha maçı yapmamış birinin arka arkaya üç maç yapıp, dinlenip uyandıktan sonra hamlayan vücudunun ağrısıyla uyandım. Bundan sonraki günlerde hep aynısı oldu tabi. Alıştım. Gördüğüm güzellikler hepsinin önüne geçti. Gün içerisinde verdiğim molalar biraz arttı tamam ama bir şekilde bitiriyorum işte. Sabaha Samuelle birlikte yola koyulduk.O Fransa'dan başlarken yol üzerinde Koreli bir grupla tanışmı. Onlarda bize katıldı ya da ben onlara :) Sabah gördüğüm herkese buen camino, buen camino diye diye yola koyuldum. Artık İspanya'nın en doğusundan en batısına çıkmıştım. Camino de Santiago'yu araştırırken ve bu yolla alakalı izlediğim en güzel film olan THE WAY deki o meşhur tabelayı çıktıktan 10 dk sonra gördüm. Santiago De Compostela 790...
o değilde... tabenın önünde verdiğim pozu kes :))) la bi git!
3. günün sabahında yola çıktığımda arkadaşım Samuelin'de daha evvel yolda tanıştığı Koreli ekibe dahil olarak yola devam ettim.
Kahvaltısız çıktığım yolda 1 saat kadar yürüdükten sonra.Tüm ekip ilk karşımıza çıkan küçük İspanyol barında durduk.
Bir iki atıştırmadan sonra tabiki artık yola koulma vakti... Yarım saat kadar devam etti vee
Of be off!!! manzara bitirti beni...
Hani bu boğaların koşturuşup insanların önünden kaçıştıtığı şehire gitmiştim. Sontra fransa'ya geçip 1 aylık yürüyüşün ilk etabından başlayacaktım ya, Pamplonaya doğru yürüyorum 3. gün itibariyle...
Özgürlüğün seni esir alıp bir yelere sürüklediğinde ve bu duygu Nirvana'ya ulaştığında böyle tuhaf pozlar da verebilirsin. Sesin kısılana kadar da her dağa taşa bağırıp çağırırsın...
:) Bu arada böyle küçük şirin köylerden geçtiğinizde, pencereden ya da bir balkondan sizi izleyen yaşlı köy sakinleri öyle güzel şeyler söylüyorlar ki moral buluyorsunuz. Tekrar tekrar yazabilirim istediğiniz kadar yalnız bir yola çıkın asla yalnız değilsiniz!
Kimseyi rahatsız etmeyim diye Korelileri sollayıp kendi kendime çektiğim karelerden biri. Ama nereye kadar değil mi? Durun hızımı alamadım:)
Bu ekiple 3-4 gün yürüdüm. Yalnız koreliler bir yemek yapıyor anlatamam. ellerindeki 3 parça şeyle o tadı nasıl yakalıyorlar bir türlü anlayamadım ve bol acı, nasıl severim...
Yürümeye devam ettik en az 4 saat daha. Ama bir görseniz her 45dk da bir iri bastonu fırlatıp yeter diye bir köşeye atıyor kendini. E kolay değil alışmamış vücutların 3. günü ... Geriye kalan diğerlerinde ise hep aynı tavır; ACI YOK ROCKY !!! ACI YOK :) Dayanmalısın.. Hep bir teselli hep bir moral ve bir ekip çalışması.. Gazı alan yolan devam ediyor aradan 45 dk geçiyor bu sefer bir başkası. Yürümüyorum lan artık ! :) yahu dur yapma haydiii..... herkes tekrar aynı anda gaz verme çabası. Koreliyse; sen Korelisin! haydi yapabilirsin! Porto Rico'lu ise dostum haydi sen porto Rico'lusun kalk dayan!! :) hayır ne var ki porto rico da :)))
Ama kimsenin hakkını yiyemem. Aynı şey bana olduğunda çok keyifli oluyordu hatta bir kaç kez sırf duymak için tekrar kıvrandığım bile oldu :)) VAMOS TURCOOOO!!! HAYDİ TÜRK HAYDİ!
Yalnız her seferinde de kahkahalara boğdum çocukları;
- Hayır! devam edemiyorum artık , siz beni bırakın devam edin :) tek başıma mücadele edebilirim :)))
Yazılarıma içinde bulunduğum ruh haline göre devam ediyorum canlar. Bir arkadaşım yürüyüşümün kısa filmini hazırlıyor, yakında onu da eklerim. Biraz keyfim kaçık... Yine yollara vurdum kendimi.......
YouTube: Filinta Kanmaz Camino De Santiago'da...
https://www.youtube.com/watch?v=5eqZHPayl_Y
-
Ne olduğunu bilmediğim, adını koymayı bırak düşünmekten bile korktuğum bir haldeyim.
Faili meçhul bir sevda büyüttüm hep içimde. Gitmek bilmeyen..
Tam kurtuldum sanırken başka bir aşka yelken açmak mıydı bu?
Dedim ya, korkuyorum !
Bırak diyorlar ne olacaksa olsun. Ne de olsa kaybetmeye alışkın bu beden.
Nice beyhude ümitler besledim yüreğimde yar'dan ırak.
Bir daha sevsem bir daha beklesem?
Belki sevilirim, sevdiğim kadar olmasa da, olur ya.. Belki sever..
Bu ara çok sık dağılıyorum.
Sonra kendime geliyorum ve diyorum ki;
Böylesine pestenkerani hayallerde kaybolma yüreğim.
Sevgiden bir haber yaşayan insanlar için ümitleri sığınak etme kendine.
Bu kadar ümitperest olma.
Yıkarlar !
Vakit buldukça devamını ekliyorum... şimdilik BUEN CAMİNO!
01.17.2017 19:17 Barcelona
sonra yine yürüdüm..yürüdüm yürüdüm..yürüdüm...
(hislerini bir araya toplayıp yaşadıklarını yazmak ve an ki dugularını vermek inan kolay iş değil. geçen süre içerisinde aslında bir hafta daha yürüyerek burgos dan leon şehrine ulaştım. yeni isanlarla tanışıp eskileri yenileriyle paylaştım kimi anladı kimi anlayamadı, bilemiyorum. yalnızca beni iyi hissettiren şeylerin peşinden koşarak hayatıma devam ediyorum. bir önceki yolculuğumun yazısını bitiremediğim bende farkındayım. ama dedim ya yazmak öyle her zaman oturup başına iki satır karalamak gibi olmuyor. bu benim işlerim için kullandığım bir site fakat bir şey bana çok uzun zamandır diyor ki; yaz! olabildiğince yaz! ne yaşarsan ne hissedersen yaz! belki senin okuyarak ya da gezerek öğrendiklerini de birileri okur ve kendine pay çıkartır, lütfen yaz! sayfanın en altında bunu birileri okur mu bilmiyorum. bunu paylaşmadan birileri fark edip anlar mı bilmiyorum ama elimden geldiği kadar yazmaya devam edeceğim. yeni tanıştığım birine anlatır gibi. ayak üstü sohbet eder gibi. günlük yazar gibi.hayatıma giriş herkesi ya da herşeyi tek tek yazacağımı biliyorum. paylaşmadığım; bu sitenin ardında görünmeyen şeyleri yarına bırakmak için yazıyorum. yahu bu da oldumu bunu niye nazdın bunu okurlarsa belki böyler anlarlar demeden geriye dönüp bakmadan ve hiç okumadan yazıp kaydediyorum.. saçma sapan bir anda saçma sapan bir peçeteye karalanmış bir saçmalıktan öte değildir bu satırlar! umarım bir gün anlarlar!) ey gönül...