top of page

Ağla oğul ağla... 'GRANADA'

Yıl 1453, bir salı sabahının şafak vaktinde tarih sayfalarına koca bir not;

Konstantiniyye diyenlere selam olsun artık burası İstanbul!

Yazılmış fermanları tarih kitaplarına işleyenler bir zahmet not düşsün İSTANBUL, İSTANBUL, İSTANBUL diye...

***

Dünya henüz İstanbul'un fethini konuşuyordu. Dönemin İspanya'daki Endülüs Müslüman halkı da belki bir nebze olsun sevinebilmişti buna. Bir nebze...

Çünkü bir dönem koca İber Yarımadasına hakim olmuş bu halkın elinde yıkıla yıkıla bir avuç GIRNATA EMİRLİĞİ kalmıştı ve yok oluşun son demlerinde içlerindeki küçücük sevincin yerini çoktan gözyaşları almaya başlamıştı bile.

Sığınacak liman arayışları da yine İstanbul oldu bu halk için tam 39 yıl sonra.

Evet İstanbul'un fethinden tam 39 yıl sonra kaybedildi Endülüs'ün son kalesi GRANADA!

Bir bir kuşatılıp kaybedilen komşu şehirlerin kaderleri de böyle değil miydi?

Anlatmadı mı bunu İşbiliyye(Sevilla) ve Kurtuba(Cordoba)...

Ve artık eski adıyla GIRNATA denmiyor, 1492'den sonra GRANADA...

Yani, İstanbul'un fethi Anadolu coğrafyası için nasıl 'bir devrin bitip bir devrin başlaması' sayılıyorsa, GRANADA'nın hikayesini de İspanya ve Avrupa için öyle saymak yanlış olmasa gerek.

Bir tarafta dünya tarihinin gidaşatını değiştirmiş İstanbul, diğer yanda gözyaşları dinmeyen Endülüs'ün son kalesi Granada. Kaderleri de aynı olsaydı dünya haritası nasıl olurdu kim bilir?

Ya da hiç kimsenin dikkatini çekti mi İspanyol kraliyet armasında ve bayraklarında bulunan küçük çiçeğe benzer şey ne anlama geliyor? O 'nar' aslında. Çünkü Granada nar demek. Çünkü bu şehrin yeniden fetihe yani Reconquista'ya uğraması İspanyol Kraliyet aileleri için de o kadar önemlidir.

Günümüz Andalucia eyaletinin Başkenti Sevilla ve Malaga'dan sonra 3. büyük şehri ve Adenize 65 km içeride. Başkent Madrid'e 430 km ve 250.000 nüfusu var. Dili Endülüs lehçesiyle ispanyolca. Yani kelimeleri yutarak ve hızlı konuşurlar burada. Genç nüfusun fazla olduğu bir üniversite şehridir aynı zamanda.

Şehir aslında İki tepeden oluşur sonraları düz bir ovaya doğru genişlemiştir.

Bir tepesinde eski 3 Semavi dinin örnek yapılarıyla dolu ALBAİCİN mahallesi yani EL-BEYZA, hemen karşısında ise Sebike tepesi üstüne kurulu Endülüs'ün incisi saraylar sarayı El-HAMRA, kırmızı demek. Ve iki tepenin tam ortasından geçer 'Darro' nehri...

Albaicin şimdiki mahallenin adı. Aslında burası dar sokakları ve her birinin avlusunda fıskiyeli minyatür havuzlarla dolu bembeyaz evleriyle eski GIRNATA.

İnternette Elhamra sarayıyla alakalı gördüğünüz fotoğrafların çoğu buradaki mirador'dan (bakacak) çekilir. Buradan seyredersiniz gündüz ayrı bir endam, gece ışıkları yandığında farklı bir hüzünle duran Elhamra sarayını. (Mirador de San Nicolas)

Kökeni Arapça olan bu isimler sizi şaşırtmasın. Zira burada yaşanmış Müslüman tarihinin etkisiyle İspanyolca'da binlerce Arapça kelime vardır.

Hiçbir zaman yanlarında eksik olmayan evcil hayvanları ve rastalı saçlarıyla hippileri en çok burada görürsünüz. Çingene nüfusununda burda azımsanmayacak kadar yeri var. Bu da sizi rahatsız etmesin, çünkü İspanya'daki çingeneler alışılagelmişin biraz dışında. Yaptıkları müziğin ne kadar içten olduğunu görüp, flamenco dansının büyüsüne kapıldıktan sonra anlıyorsunuz İspanyol çingenelerinin tarzını.

Unesco'nun kültür mirasına kattığı Albaicin tepesindeki bu yerin adı Sacramonte bir çingene mahallesi. İspanya'nın hemen hemen her şehrinde flamenco izlemiş biri olarak İddia ediyorum, çingene gırtlağının duygusu flamenco gösterisiyle öyle bir buluşur ki sözlerini anlamadığınız bir şarkıdan ancak bu kadar etkilenirsiniz.Bir gösteri salonundan bahsetmiyorum, tepede oyarak yaptıkları bir mağarada oluyor bunlar! Öyle içten öyle hisli bir gösteridir bu.

Granada sırtını 'Sierra Nevada' (3482m) dağına verdiği için toplamda 110km'lik kayak pistleri de kış sporu tutkunları için bir uğrak yeri. Güneş tepeden yakar da yakar bazen ama Sierra Nevada'dan bir anda inen ayazla kendinize gelirsiniz. Her zaman temkinli olmak gerekir bu şehirde. Sıcaklığın gece ile gündüz farkı çok keskindir.

Bölgenin turistik bilgileri bunlar. Gidip görebilenlere ne mutlu ama adına ağıtlar yakılmış ender şehirlerden biridir aynı zamanda Granada...

Kuzeybatı Afrika ve bir dönem İber yarımadasını da içinde barındıran Müslüman idaresindeki coğrafya 'Mağrip' diye anılır.

Şehre en yakın Sierra'ya doğru tepelerin birinin ismi 'Mağrip'linin ah ettiği yer' ya da 'Mağrip'linin göz yaşı döktüğü yer' olarak bilinir. Çünkü Endülüslü müslümanların geldiği coğrafyadır Mağrip ve son şehir Granada düşünce bitmiştir Endülüs Emevi tarihi.

Bu yüzdendir ki San Nicolas'ın manzarasından El Hamra sarayını seyrederken aklıma her zaman şu hikaye gelir;

Gırnata emirliğinin son sultanı EBU ABDULLAH (12. Muhammed) şehrin anahtarlarını savaşmadan İspanyol kral ve kraliçesine teslim ettikten sonra artık bu şehirde kalamayacağını anlamış ve maruz kaldıkları baskılar sonucu şehri terketmek zorunda kalmıştır.

Bir günbatımı vaktidir. Güneş, yapımı neredeyse 250 sene sürmüş, ilmek ilmek işlenmiş ve her köşesinde Yüce Yaradan'ın adının zikredildiği Elhamra Sarayına ve Gırnataya Endülüslülerin sancaktarlığında son kez vurmaktadır.

Yüzyıllarca bu coğrafyada hüküm sürmüş bir medeniyetin son veda vaktidir.

Sultan Abdullah tepenin başında durur, son bir kez arkasını döner ve gözlerinden ilk damlalar düşerken, ona söyleyebilecek en ağır sözü hemen yanı başındaki annesi söyler;

'Ağla oğlum ağla... Erkekler gibi savaşmadın şimdi otur kadınlar gibi ağla.

Erkekler gibi savaşmadın şimdi sana kadınlar gibi ağlamak yaraşır'.

2 Ocak 1492 itibariyle şehrin anahtarları verilmiş ve devamında bu hazin hikayeler tarih sayfalarında yerini almışken, şehri terk etmek istemeyen son Endülüslerin dillerinde ise şu dizeler vardı;

Kendi yurtlarında Bey idiler şimdi küfür ülkesinde uşak,

Ululuğun görkemli yükselişinden, uçuruma yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?

Nerdesiniz!

Her karışında 'Allah'tan başka galip yoktur' yazan Elhamra sarayında, Alcazaba (el kasaba) kale kısmının şehri 360 derece gören en yüksek burcu vardır. Ve bu kale burcuna yeniden fetih'den sonra eklenen gümüşten çan çalınırken birileri için, başka birileri hıçkırıklara boğuluyordu 8 asır sonra yıkılan bir medeniyet için;

Yıl 1492 Gırnata artık düştü, yani Endülüs artık öldü.

Hiç bir ölünün ardından bu kadar gözyaşı dökülmedi ve dökülmeyecek

Ama dökülen onca gözyaşı Endülüs'ü geri getirmeye yetmeyecek.

Endülüs artık öldü.

İstanbul'un fethinden tam 39 yıl sonra...

Netice-i kelam;

Gittiğiniz her yeni yer, gördügünüz her yeni şey, her farklı kültür, her farklı yapı ve her farklı renk, duyduğunuz her yeni söz ve gezerken attığınız her adım,

hayatınıza sağlık ve huzur, yüzünüze gülücük olarak geri dönsün!

Seyir Defteri
En son gönderiler
bottom of page